DOSTLUK

Her bireyin birbiri ile olan ilişkisinin çıkar üzerine kurulu olduğu bu düzende arkadaş kavramından dostluğu her zaman ayrı tutarız.


Neden?


İş arkadaşı, sınıf arkadaşı, spor arkadaşı, oyun arkadaşı….
Arkadaş bilinçaltında zorunluluk durumunda bir amaç için kurulan ilişkilerden meydana gelirken dostluğu kutsallaştırıyoruz.
Oysa aradaki tek fark basitçe çıkarın yok olması.


Dost; iyi ve kötü gününde yanında olmak, güvenmek, her zaman desteklemek, yanlışlarını göstermek, gurur duymak, keyifli anlar geçirmek gibi sıra gelen eylemlerin dışında birbirinin ruhuna dokunmaktır. Karşındaki insanın gözünden yüreğini okumaktır. Arkadaş ortamında kahkaha atan dostunun aslında kalbinin ağladığını görebilmektir. Araya kilometreler girse de bir ses tonundan derdini, mutluluğunu hissedebilmek, mesafelere rağmen yanında olabildiğini göstermektir. Yıllarca ayrı kalıp bir araya geldiğinde hiç ayrı kalmamışsın gibi ilişkine devam edebilmektir.


Nadir rastladığımız kıymetli olan bir şey dost.
Senin dostum dediğin kişi seni öyle görmeyebiliyor ya da lafta “mış” gibi yapıyor.


Bir keresinde Hakan Günaydın’ın bir cümlesine denk gelmiştim
“Birbirimizi çok güzel uyutuyoruz. Ve seni kim uyutuyorsa onun rüyalarını görüyorsun.” demişti.


Rüyadan uyanıp olaylara geniş pencereden bakabildigin zaman kendine üzülüyor insan. Karşındaki insana verdiğin değerin sana verilmediğini gördüğün anda hayal kırıklıkların içinde boğulurken değiştiriyorsun kendini.

İnsan düşe kalka öğreniyor hayatta. Çok öğreneceğimiz şeyler var. “Bu sırtından vurulmalar ne ki” diyorsun ama bu yorgunluk yalnızlaştırıyor. Bunu hissettiğin anda adapte süreçleri, sorgulamalar, isyanlar ruhunu kemirse de başka bir pencere açtığında sana adanan bir çok kazanılmışlık manzarasının huzuru ruhunu aydınlatıyor.

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑